Read more: http://www.bloggerdersleri.com/2012/06/blogger-meta-tag-ayarlari.html#ixzz3CwTYFEk2 şöyle garip bencileyin Follow my blog with Bloglovin

1 Mayıs 2016 Pazar

Tedbirli Müslüman ile Tedbirsiz Olanı Arasındaki Uçurumlar - 3

önceki konulardan 

devam edecek olursak...


     12. Tedbirli Müslüman, Seferilik mesafesinin Hanefi Mezhebinde 104 kilometre olduğunu bilir ve ona göre davranır: Hanefi Mehebinde sefer mesafesi yaygın genel kanaatin aksine 90 km. değil, 104 kilometredir. Diğer üç mezhebde ise 80 km.dir. Yani Hanefi'de üç günlük yol olan 18 fersahtır ki, 1 fersah 6 km civarıdır. Dolayısıyla seferiliği 90 km alanlar, namazların kasrı konusunda ciddi sıkıntılar yaşamakta ve yaşayacaklardır.

     13. Tedbirli Müslüman, zekat nisabının 96 gram olduğunu bilir: Hanefi'de zekat nisabı 20 miskal altın yani doğru hesaplama ile 96 gramdır. Yanlış hesapla 80 gramdır demek yanlış olur ve nisap miktarı yerine getirilmediği için, farz yerine getirilmez, nafile olan sadaka verilmiş olur. Ve malum olduğu üzere, dünya kadar sadaka verilse, farz olan zekatın yerini tutmaz, borç yerine getirilmiş olmaz.

daha düne kadar 6 sıfırı vardı
şimdi façası alındı sadece "1" oldu
     14. Tedbirli Müslüman, zekatını kağıt para cinsinden vermez, tedbirsiz olanı ise, "bu zamanda öyle şey mi olurmuş" diye, bir de itiraz eder: Kağıt paraların (aynı çek ve hisse senetleri gibi) değerleri itibaridir yani hükumet veya devletin belirlediği değerdir. Altın ve gümüş gibi kıymeti kendinden değildir. Devletin sahip olduğu altın miktarının karşılığı olarak basılan ve üzerine rakamlar konulan kağıtlardır. Fıkıh kitaplarında, altın ve gümüş dışında, her ne kadar geçer akçe olsa da bakır veya başka herhangi bir akçe ile zekat verilemeyeceği, bunların değeri kadar altın ve gümüşle verileceği yazıyor. Zekat ya altın ve gümüşle veya ticaret yapılan maldan verilir. Yani, dinini kayıran ve ona uymaya çalışan bir müslüman, elindeki kağıt paraların zekatını altın olarak fakire verir ve böylece Allah'ın emrini, İslam Alimlerinin bildirdiği şekle uygun olarak yerine getirir ve bir büyük günaha girme ihtimalinden kaçar.

durun hemen kaçmayın yahu
zuhr-i ahir n'olacak?
     15. Tedbirli Müslüman, Cuma Namazının farzını kıldıktan sonra, dört rekat da zuhr-i ahir namazı kılar, tedbirsiz olanı ise farzı kılar kılmaz camiden çıkmak için koşturur: Malum olduğu üzere, Cuma Namazının birçok eda ve vücub şartları vardır. Bunlardan biri veya birkaçı olmadığında, namaz sahih olmayabilir. Asr-ı Saadette ve Hulefa-i Raşidin döneminde, Cuma Namazı hep tek bir mecitte kılınırdı. Bu uygulama uzun bir süre devam etmiş ve birden fazla camide kılınmaya başladıktan sonra, eskiden beri uygulanagelen sünnet olan şeklin terki korkusu ile fıkıh alimleri çare aramış ve "zuhr-i ahir" yani, Cumanın Namazından sonra, o vaktin henüz çıkmamış öğle namazı farzı da kılınması ihtiyat olur denilmiştir. Zaten eğer Cuma Namazı tek mescitte kılınmış ve kabul olmuşsa, sonradan kılınan, eğer o cinsten bir kazası varsa, herhangi bir kaza namazı yerine geçeceği veya en azından nafile olacağı için, herhangi bir kayıp söz konusu değildir.

     16. Tedbirli Müslüman, ölüleri için iskat yaptırır, tedbirsiz olanın ise iskattan haberi yoktur veya namaz için iskatı inkar eder: Vefat eden müslümanlar için iskat yaptırmaktan kaçınmamak ve bunu muhakkak yerine getirmek, her işini ihtiyatla yapan bir müslüman için vazifedir. Zira çok kıymetli fıkıh kitaplarında, bu mevzu bir gereklilik olarak yerini bulmuştur.

kaza yap sana verelim
yoksa verdiklerin hep bizde kalır
     17. Tedbirli Müslüman hayat, kaza gibi sigortalara bulaşmaz, tedbirsiz olanı ise, sigortanın dindeki yerinden haberi yoktur: Hayatımıza, 20. yüzyılla (en azından batıdan ithal ettiğimiz diyelim) birlikte giren yeniliklerden biri daha. Esasında İslamiyet'in tam manasıyla tatbik edildiği yerlerde, böyle bir oluşuma ihtiyaç yoktur. Çünkü Beyt-ül Mal, zekat, uşur ve vakıflar gibi müessesler bu işi görmeye yetiyor. Ancak gelinen noktada, sigorta denilen şey, birçok şekle girerek, her sahada karşımıza çıkıyor. Mesela bunlardan biri olan "hayat sigortası" veya "ferdi kaza sigortası" adı altında peyda olan şeyler, muhtemel olan bir tehlikeye bağlanan akitler oldukları için (kumar gibi yani) Dar-ül İslam'da haramdır. Yani potansiyel bir tehlike karşılığında, "bak biz senden her ay düzenli para alalım, eğer sen kaza geçirir veya ölürsen bu parayı sana veya ailene veririz, hiçbir şey olmazsa da para zaten bizde kalacak" yapılan bir anlaşmadır ki, şu haliyle bir kumardır.

devamı...



9 Mart 2016 Çarşamba

Tedbirli Müslüman ile Tedbirsiz Olanı Arasındaki Uçurumlar - 2


     7. Tedbirli Müslüman, müzik ve şarkıların nefis üzerindeki etkisine aldanmamaya çalışır, tedbirsiz olanı ise müziğin bir kısmını helal kategorisine sokmaya çalışarak, kendini tehlikeli bir duruma düşürür: Günümüzün en büyük ve yaygın uyuşturucu tiplerinden biri müzik. Her gün herkes şöyle veya böyle alıyor bu uyuşturucudan. Fakat bu uyuşturucu, bir tabu haline geldiğinden, dokunmaya dahi kalkamıyorsunuz. Dindarı dinsizi hiç kimse bu tabuya dokundurtmuyor. Hatta "müzik ruhun gıdasıdır" gibi ulvi makamlara çıkarılıyor. Oysa işin aslı çok farklı. Asılları bozulmaya başlayan eski dinler, inanlarının üzerindeki etkisini kaybetmeye başlayınca yani insanların ruhuna hitap etmede sıkıntı yaşamaya başlayınca, çalgı ve müzikle, onların nefislerine hitap etmeye ve onları, müziğin tesiri ile kendinden geçirmeye başladı.  Endüstriyel müziğin kaynağı da hakeza kilise müziğinin evrimleşmiş halidir. Oysa İslamiyet'in, müziğin insan nefisini uyuşturan, kendinden geçiren tesirine ihtiyacı olmadığı ve nefse değil ruha hitap ettiği için diğer bozuk dinlerden farklıdır. Dolayısıyla çalgı ve müziğe ihtiyacı yoktur.

     8. Tedbirli Müslüman, Hz. İbrahim'in babası olarak putperest Azer'i değil, Müslüman olan Taruh'u bilir: Kur'an-ı kerimde, En'am suresinin 74. ayetinde mealen, "İbrahim, babası Azer'e dediği zaman..." buyuruluyor. Bu ayete, açık olan manası verildiği zaman, Hz. İbrahim'in babası, müşrik olan Azer anlaşılır. Oysa bu ayetin, "Azer'e dediği zaman" veya "Babasına dediği zaman" şekillerinde olması, manayı vermek açısından yetişirdi. İcaz, fesahat ve belagat açısından "babası"kelimesi fazla olmaktadır. Bundan da anlaşılıyor ki, Hz. İbrahim iki kişiye "baba" demektedir; birisi öz babası, birisi de amcası Azer (zira Azer amcasıdır). Tefsir alimlerinin de belirttiği gibi, "Azer" kelimesi, "babası" kelimesinin atf-ı beyanıdır (yani iki şeyden meşhur olanı, meşhur olmayanı açıklamak için kullanılmıştır). Bazı toplumlarda amcaya "baba" demek gelenek haline gelmiştir. Burada da aynısı öz konusu. Hz. İbrahim, hem kendi babasına hem de amcası olan Azer'e "baba" demektedir (zaten amcası olan Azer, babasının vefatından sonra Hz. İbrahim'in annesi ile evlenmek suretiyle üvey baba da olmuştur). Yani kısacası; Hz. İbrahim'in babası putperest değil, müslümandır. Bu konunun üzerinde ehemmiyetle durulmasının sebebi ise, Peygamber Efendimiz'in soyunun ta Hz. Adem'e kadar tertemiz olduğunu beyan eden hadislerin doğrulunun teyididir.

     9. Tedbirli Müslüman, "Tasavvuf Müziği" denilen şeyden ve çalgılı ilahilerden kaçar, tedbirsiz olanı ise bunları ayırt edebilecek idrakte değildir: Ruhun değil, nefsin gıdası olan müziğin, Müslümanların hayatına girmesinin ve çalgılara karşı koyulması gereken mesafenin ortadan kalkmasının kaçınılmaz neticesidir. Tasavvuf müziği denilen garabet hakkında daha ayrıntılı bilgiler bu başlıkta var.

     10. Tedbirli Müslüman, vacip olan kurbanını, takvimle başlanılan bayram günlerinin ikincisinde keser, tedbirsiz olanın ise bazı mühim ibadetlerin hilalin görülmesi ile başladığından haberdar dahi değildir: Aynen Ramazan ayında ve Haccın ifasında olduğu gibi, Kurban Bayramında vacip olan kurban ibadetinin yerine getirilmesinde, o ayın hilalinin görülmesi çok önemlidir. Bu açıdan, Zilhicce ayının hilalinin gökte görülmesi hem Haccın sahih olması hem de Kurban ibadetinin yerine gelmesi bakımından gözetilmelidir. Yani burada da tedbirli olan müslüman, hilalin görülüp-görülmemesi şüphesi üzerine, çok basit bir yol bulur ve ne olur ne olmaz diye, vacip olan kurbanını takvimle başlanan günlerin ikincisinde keserek, hem ibadetini hiçbir haram veya mekruha girmeden yerine getirir hem de takvim dolayısıyla hasıl olabilecek ve yıl boyu beklenen bir ibadeti boşa çıkarmamış olur.
   
cahillerin aklını başından alan
10 cm.lik baş belası
     11. Tedbirli Müslüman, tütün ve tütün ürünlerine ve sigaraya haram ve mekruh gibi şeyler söylemez, tedbirsiz olan için ise, sigaraya haram demek boynunun borcudur ve şarttır: Günümüz hayatının en büyük açmazlarından ve alışkanlıklarından biri; tütün mamulleri ve özelliklesigara! Öyle bir şey ki, ne okumuş ne cahil ne dindar ne de dinsiz gözetip, bulabildiği herkesi peşine takıyor. Tütünün endüstriyel bir hal alıp, sigaraya dönüşerek tüketiminin kolaylaşması, dünyanın en ücra köşelerine kadar ulaştırılması ve devasa reklam kampanyaları ve reklam yüzleri ile en sıradan insanın hayatına doğrudan sokulması neticesinde, sigara kullanımını inanılmaz boyutlara taşıdı. İlk önce her şey yolundaydı ancak sonradan yapılan tetkiklerde tütün ürünlerinin aşırı kullanımında, vücutta yaptığı tahribat ortaya çıkınca ve çok geniş bir kamuoyu oluşunca, bizim dindar diye geçinen tayfa da hemen bu sele uyum sağlayarak (hatta hadisler de uydurarak) sigaraya mekruh ve haram deme yarışına girdi. Oysa temelde, tütün ve tütünden imal edilen şeylere, dini bakımdan haram veya mekruh diyebilmenin hiçbir yolu yoktu çünkü ne asr-ı saadette ne de müctehid alimlerin yaşadığı ilk dört yüzyılda bilinen bir şey değildi tütün. Üstelik tütün tüketilmeye başladığı zamandan sonra, birçok İslam alimi bu konuyu yakından ele almış ve çeşitli kitap ve risaleler yazmışlardır. Bu eserlerden çıkan ön yargısız ve insaflı neticeye göre, tütün ve sigaraya çalakalem haram mekruh demek, hem dini kaynaklara hem fıkha açıkça muhalefet olmaktadır. Bunun ötesinde, tütüne haram demek, helale haram demek olacağı için, kişiyi imanî bakımdan da tehlikeli bir duruma düşürür.


     12. Tedbirli bir Müslüman, Batı tarzı yaşamın hakim olduğu yerlerde yaşarken sakal, sarık ve cübbe sünnetlerini yerine getirmekten sakınır, tedbirsiz müslüman ise bu sünnetleri yerine getirirken, İslamiyete zarar verdiğinin farkına varmaz: Ayrıntılısı burada
   
zamane insanına göre
her şey "mucize"
     13. Tedbirli Müslüman, "Mucize, yaratmak, icad etmek" gibi kelimelerii İslamiyet'in bildirdiği yerler haricinde kullanmaz, tedbirsiz müslüman ise, kalabalığa uyarak hayatına sokar: Zamanımız insanının diline dolanan bu üç kelime, kullanıldığı vakit, kullanılan kimse için dalga geçmek gibi bir şeydir çünki bu kelimeler, gündelik hayatımızda kullandığımız kelimeleri her bakımdan "döver", daha doğrusu günlük hayatımız bu kelimeleri kaldırabilecek çapta değildir. Gelelim bunların manalarına: "Mucize"; Allah'ın izniyle Peygamberlerden sadır olan ve kafirlere açık bir meydan okuma olarak telakki edilen olağanüstü hallerdir ki... buraya dikkat... sadece ve sadece Peygamberler için kullanılır. Yani günlük hayatta kullanıldığında, kullanılan kişiye Peygamberlik isnad edilmiş olur. "Yaratmak" kelimesi, yoktan var etme manasına gelir ki, herhangi bir yaratılmışın bu dereceye ermesi ne şimdi ne de geçmişte mümkün değildir. "İcad" kelimesi de yaratmak manasındadır. Hülasa, bu üç kelimeyi dini anlamları dışında kullanmak, kişiyi imanî bakımdan bayağı bir tehlikeye sokar.
 

devam ediyor...

3 Aralık 2015 Perşembe

Tedbirli Müslüman ile Tedbirsiz Olanı Arasındaki Uçurumlar - 1


     Zamanımız Müslümanlarını, din gayreti ve dinlerine gösterdikleri ehemmiyet ve hassasiyete yaklaşmaları açısından kabaca ikiye ayırsak yerinde olacaktır. Her gün her yerde karşılaştıklarımız bu iki sınıftan birine dahildir. Birinci kısımdakiler bilhassa dini vazifelerini ifa ederken, gayet dikkatli davranırken, diğer sınıftakiler, çeşitli mazeretlerin de arkasına sığınmak suretiyle mensubu olduğunu iddia ettiklerini dinin kaidelerine pek de riayet etmedikleri anlaşılmaktadır. Yığınla misaller var tabi bu konuda verilebilecek:

teravihte cami hınca hınç dolu...
peki kazalar ne olacak?
onu da sonra" hallederiz!
     1. Tedbirli Müslüman farzları yerine getirmeye azami gayret eder. Tedbirli olmayan ise nafilelerle meşgul olmaya çalışır: Günümüzde sık karşılaştığımız modellerden biri, nafile ibadetlere kafa yorup, aynı cinsten olan ve tabiri caizse dağ gibi birikmiş olan farzları kaza etmeyenlerdir. Oysaki, farzlar hemen ödenilmesi gereken borçlardır. Sünnetler (müekked dahi olsalar) yani nafileler ise hediyedir, tabiri caizse. Farzlar sermaye, nafileler kârdır. Sermaye olmadan kâr etmek düşünülebilir mi? Bu konuyu tabi ki en çok, "dinin direği" olarak tanımlanan namaz konusunda görüyoruz. Tedbirli ve dindeki öncelik sıralamasını anlayabilecek kapasitedeki her müslüman için, şu veya bu sebeple kazaya kalmış namazlarını bir an önce ödemeleri zaruridir. İnsanların teravihlerde camilere koşmaları güzel ama aynı hassasiyeti kaza namazları için göstermemeleri çok acı. Tabi bu durumun birinci derecede müsebbibi, ahır zaman alimleri. Fıkhi konuları, bırakın açıklamayı, okuyup anlamaktan dahi aciz bu zamane "allame"leri, "sünnetler terk edilir miymiş, sakın ha, sünnetleri kıl, kazaları da arada tamamlarsın" gibi, zaten vakti mahdut insanların kaza kılmalarının önüne set çekiyorlar. Dinini, salih müslümanların ilmihal ve din kitaplarından öğrenip tatbik eden "tedbirli" biri için ise konu gayet basittir: sünnet (nafile yani) namazlar, vakit içinde, farzdan başka kılınan namaz demektir ve bu, farzdan gayrı kılınan herhangi bir namazla zaten ifa edilmiş olur. Yani "nafile"ye de niyet etseniz, "sünnet"e de niyet etseniz, "kaza"ya da niyet etseniz, farzın dışında, farzın yanında kıldıklarınız zaten sünnet olacaktır.

temkin ve ihtiyat uçunca
geride kalan garabet!
     2. Tedbirli Müslüman, ibadetler hususunda Avrupalılara uyularak değiştirilen takvimlere değil, salih müslümanların eskiden beri tabi oldukları güvenilir takvimlere riayet eder: İbadet vakitleri ile alakalı konulara aşina olanlar, İslam alimlerinin, bilhassa namaz ve oruç ibadetlerinin başlama ve bitme zamanları hakkındaki, kılı kırk yaran titizliğini hemen teslim edeceklerdir. Maalesef, Diyanet İşleri Reisliği, 1981 yılında, ani bir kararla, ta Osmanlı zamanından beri uygulanan ve defaaten ehemmiyeti üzerinde durulmuş, imsak (yani oruca başlama zamanı) vakitlerindeki temkin ve ihtiyat paylarını kaldırarak, oruca başlama zamanı, 15-20 dakika almak suretiyle, oruç tutanların oruçları ile alenen oynamaya başladı. Avrupalılara uyularak, beyazlığın ufkun üzerine yayılmasına kadar sahuru geciktirmek durumu peyda oldu. Oysa İslam alimleri, beyazlığın, ufkun bir noktasında görünmesi ile imsakın bittiğini bildiriyorlar.
takvim, "şu gün şu saatte şu saniyede"
görülecek dese bile, "rü'yet" şarttır!

     3. Tedbirli Müslüman, Ranazan ayına ve Fıtır Bayramına hilalin görülmesiyle başlar, eğer takvimle başlamışsa da, Ramazan'dan sonra iki gün kaza orucu tutar: İslam Dininde, oruca başlama ve orucu bitirip bayrama başlama vakitleri takvime göre değil, rü'yet-i hilale göre başlar. En hassas ölçümlerle, hilalin tam olarak ne zaman ve nerede doğacağı bilinse dahi, bu dinimizin bir gereğidir. Dolayısıyla, takvimle başlandığında, Ramazan ayının giriş ve çıkışı şüpheli olmaktadır. Bu şüpheden kurtulmak isteyen tedbirli bir müslümanın atacağı adım ise, Ramazan ayından sonra, iki gün kaza orucu tutmaktır.




müslümanlar Arafat'ta...
peki ama ya 9. Zilhicce değilse?!
     4. Tedbirli Müslüman, bidat sahiplerine ve onların takvim manipülasyonlarına uyarak Zilhicce ayının 9. günü çıkılması gereken Arafat'a, bir gün önce veya bir gün sonra çıkılması durumunda, haccını ifsad etmemek için bir yolunu bulup Arafat'a çıkar, tedbirsiz olan ise o mahalleye bile uğramaz: Haremeyn-i Şerifeyni işgal altında tutan mübtedi Vehhabi kafası, müslümanlar, haccın farzlarından biri olan, Zilhicce ayının 9. günü Arafat'ta Vakfeye durma ibadetini engellemek için her sene takvimle oynar. Bu durumda, tedbirli ve dinini kayıran müslümanlar, bin bir zahmete katlanılarak yerine getirilmeye çalışılan dini bir vecibenin, "turistik bir seyahat"a dönüşmemesi için azami gayret sarf eder ve Arefe gününde mutlaka Arafat'a çıkar. Tedbirsiz müslüman ise, "nasıl olsa bu uzun sakallı ve Arapça bilenler bizden daha dindardır" düşüncesiyle, İslamın beş şartından birinin, avucunun içinden sıyrılıp gitmesine sadece seyirci kalır.




     5. Tedbirli Müslüman, ibadetleri, Asr-ı Saadetteki gibi yapmaya ihtimam göstererek, bütün
ne kadar çok hoparlör
o kadar çok sevap!
camilere sokulan mikrofon ve hoparlörlere değil, imamlara uyar. Tedbirsiz olan ise, mikrofonu ibadetin bir parçası gibi görür ve ona uyar
: Çağımızın en büyük hastalıklarından biri; camileri tepeden tırnağa mikrofon ve hoparlörlerle donatmak! Masum gibi görünen bahanelerle başlayan bu tehlikeli akım, son senelerde neredeyse ezanın ve namazın "farzı" gibi olmaya başladı. Mikrofonsuz minareye çıkmayan müezzin (gerçi artık minareye de çıkmıyorlar ya neyse), hoparlöre "üflemeden" namaza başlamayan imam kalmadı. Ancak, ufacık mescitlerde bile yerini alan bu bidatin İslamiyet'te yeri yok çünkü ibadetlerin asr-ı saadette olduğu gibi ifa edilmesi ve zerre bile değiştirilmemesi gerektiği, dinimizi, diğer bozulmuş dinlerden ayıran en önemli özelliklerinden birine işaret etmektedir. Zaten yapılan araştırmalar ve teknik olarak mikrofon ve hoparlörün açıklanması, her şeyi ortaya koyuyor: Mikrofona giren insan sesi ise, mikrofondan çıkan "şey", o sese çok benzeyen ama katiyen "aslı" olmayan, elektronik dalgaların ses dalgalarına dönüşmesi suretiyle duyulan metalik bir sestir. Yani hoparlöre uyulduğuna, cemaat, imama değil, mikrofondan çıkan o "zırıltı"ya uyar. Dinimizin emrettiği şey ise, imamın sesine ya da hareketlerine uymaktır.

     6. Tedbirli Müslüman, akaid ve fıkıh kitaplarını okuyarak ve mezhebinin müfsid ve
meal... tamam da hangisi?
farzlarına riayet ederek dinini öğrenir ve tatbik eder, tedbiri bir tarafa bırakan Müslüman ise, meal, tefsir ve hadis kitaplarını okuyup, kendine göre ahkam çıkarmaya ve ona göre yaşamaya çalışır
: Şurada detaylı bir biçimde incelenen konu:



Devam ediyor haliyle...

ve...

hatta...